Ali-Muâviye Mütarekesi Kaynak Değerlendirilmesi

Hicretin 40. Yılında Hz. Ali ile Muâviye arasında varılan mütarekenin kaynaklarımızdan
sadece Taberî’de yer aldığını daha önce ifade etmiş bulunmaktayız. Taberî bu rivayetinde infirat
etmiştir. Üstelik rivayeti oldukça kısa geçmiştir. Anlaşma maddelerini dahi tadat etmemiştir. Konu ile ilgili olarak sadece Hz. Ali ile Muâviye arasındaki yazışmalara değinmiş, fakat konu haddinden
fazla uzar gerekçesi ile teferruata girmemiştir. İbnü’l-Esir ve İbni Kesir gibi az sayıda müellif söz
konusu mütarekeyi Taberî’den olduğu gibi aktarmışlardır. İbni Kesir çok az ilaveler yapmıştır.
Aynı şekilde Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya adlı eserinde konuya kısaca değinmiştir.
DİA’da, “Muâviye b. Ebî Süfyan” maddesinde, söz konusu mütarekeye bir atıf yapılmıştır.
Bunların dışında konu ile alakalı olarak ne kaynak eserlerde ve ne de çalışma ve makalelerde başka
bir kayda rastlanmamıştır.
İbni Cerir et-Taberî’nin daha önce yazılmış ve günümüze intikal etmemiş eserlerden
nakiller yaptığı bilinmektedir. Taberî söz konusu mütareke ile ilgili rivayeti Ebu İshak İbrahim b.
Hüseyin adlı ravisinin “Kitabu Sıffîn” adlı günümüze ulaşmayan eserinden nakletmiştir. Ebu
İshak’ın, ismi, İbrahim b. Hüseyin b. Ali el-Kisâî el-Hemedânî’dir (öl. 281/894). İbni Dizil
mahlası ile meşhur olmuştur. Kaynaklar İbni Dizil’in güvenilir bir râvî olduğunda ittifak
etmişlerdir.
Taberî’nin rivayeti olayların akışına uygun düşmektedir. Zira İslam dünyasının iç savaşa
sürüklenmesinden beri kritik aşamalarda bazı ileri gelir insanların zaman zaman bir dış düşman
tehdidine, özellikle kuzeyden ve doğudan gelebilecek Rum ve Sâsâni tehlikesine vurgu yaptıkları
dikkat çekmektedir. El-Minkari, Eş’as b. Kays el-Kindî’nin, Sıffîn Savaşı sırasında, savaşın sona
erdirilmesi niyet ve temennisi ile Bizanslılar ve İranlılardan gelecek bir saldırıya dair korkusunu
ifade ettiğini kaydetmektedir.Eş‘as b. Kays, Hz. Ali ile Muâviye arasındaki anlaşmazlık devam
ettiği takdirde Bizans’tan gelecek saldırılardan endişe etmiştir. Zira Arap orduları birbirini
parçaladığı takdirde bu Arapların tümden yok olması anlamına gelmektedir.
Söz konusu rivayetin sadece Taberî tarafından kaydedilmiş olması bizi rivayetin otantikliği
konusunda şüpheye götürmemelidir. Zira tarafları böyle bir anlaşmaya götürecek çok sebep ve
karine mevcuttur. Taberî dışındaki herhangi bir kaynak tarafından kaydedilmeyen Hz. Ali-Muâviye
mütarekesine, takip eden süreçte taraflar arasında yapılan anlaşmalarda tabi olarak atıf
yapılmamıştır. Sonraki dönemlerde çok fazla ön plana çıkan ve hemen hemen tüm kaynaklar
tarafından kaydedilen Hasan-Muâviye barış anlaşmasının tadat edilen maddeleri arasında söz
konusu mütareke ile alakalı bir madde yahut sarih bir atıf mevcut değildir. Muâviye ile yapmış
olduğu anlaşmadan dolayı hakarete varan tenkitlere maruz kalan Hz. Hasan yahut taraftarları, söz
konusu anlaşmayı temel alarak, yahut ona atıf yaparak kendilerini savunma cihetine
gitmemişlerdir. Abbasi devleti kurulup Aleviler ile Abbasiler arasında devleti kimin idare
edeceğine dair ortaya çıkan anlaşmazlıklar esnasında benzer suçlamalar yaşanmıştır. Hz. Hasan,
imzalamış olduğu barış anlaşması sebebi ile Abbasiler tarafından hilafeti Muâviye’ye para
karşılığında satmakla itham edilmiştir. İthama cevap veren dönemin en üst düzey Ehl-i beyt
mensubu Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye, Ali-Muâviye mütarekesini bir dayanak yahut izah noktası olarak asla gündeme getirmemiştir. Konunun bu şekilde yansıtılmasında tarih kitaplarının
çoğunlukla Abbasiler döneminde kaleme alınmış olmasının bir etkisi olup olmadığı
bilinmemektedir. Söz konusu mütareke, acaba, Hz. Ali ile Muâviye arasında yapılmış şahsi
saldırmazlık anlaşması mıdır? Dolayısı ile Hz. Ali’nin ölümü ile hükümsüz duruma mı düşmüştür?
İnsanlar, Hz. Ali’yi Muâviye ile barış masasına oturan bir figür olarak algılamak istememiş
olabilirler mi? Mevcut bilgiler dahilinde bu ve benzeri sorulara tatminkar cevaplar bulma imkanı
yoktur. Her ne olursa olsun böyle bir anlaşma yapılmıştır ve bu anlaşma tarih tarafından yok
sayılmıştır.