Hilafet ilanı ve düşündürdükleri

Bütün fitnelere ilaveten yeni bir fitnemiz daha oldu. Sürekli isim değiştiren ve son sıralarda IŞİD olarak sivrilen grup ümmete danışmadan hilafetini ilan etti. Sözcüleri Ebu Muhammed Adnani’ye bakarsanız, Ebubekir Bağdadi ehl-i hal ve’l akd’ın onayından geçerek halife olarak tensip edildi. Mevlana’nın ifadesiyle değeri fazla olanı taklit ederler veya kıymetli olanın sahtesi üretilir. Bundan dolayı çok sayıda sahte halifemiz ve mehdimiz var. Kaynıyor desek seza ve revadır. Önüne gelen heveskar ya halifeliğini ya da mehdiliğini ilan ediyor. Hepsinin de kod adı var. Ebubekir Bağdadi gibiler maskeli olarak dolaşıyorlar. Irak’ta işgal sırasında Boko Hapishanesinde tutulduğu için kendisine ‘maskeli Boko halifesi’ lakabı takanlar da var. Bu yönüyle biraz Boko Haram’ı tedai ettiriyor. Bununla birlikte nasıl oluyor da bu kadar hızlı bir biçimde ilerliyor veya büyük ünvanlara talip olabiliyor? Bunun nedeni İslam aleminde otorite boşluğudur. Bir zamanlar doğruya yakın bir tespitle Ekmeleddin İhsanoğlu İslam dünyasında temsiliyet sorunu olduğunu söylemiştir. Makamlar boş olunca heveskarları da bol oluyor.

SELEFİLİK NEDEN YÜKSELİŞTE?

Özel olarak Suriye ve Irak’ta ve genel olarak da İslam dünyasında Selefi akımın yükselişte olduğunu görüyoruz. Kainatta tesadüfe yer olmadığına göre bunun somut nedenleri olmalı. Birileri, İslam’ın karikatürünü temsil ettiklerinden dolayı bunların çıkışından memnun olabilir. Hatta bunları öne ve ileriye itebilir de. Bununla birlikte taban tutmalarını nasıl izah etmeli? Bunun izahı sosyal zeminde yatıyor. Boşluk hakiki sahipleri tarafından dolduramayınca türediler sahayı kaplıyor. Suriye muhalefetinden Halit hoca Suriye’de selefi akımın yükselişinden geleneksel hocaları ve ulemayı sorumlu tutuyor. Bir de 12 Eylül idaresi altında Diyarbakır Hapishanesinin PKK’nın kuluçkası olması gibi aynı şekilde Suriye'de Saydnaya Hapishanesine giren ve çıkan gençler de radikalleşiyor.

Zulüm radikalizmin kuluçkasıdır. Esat rejimi Suriye’de halk hareketi başlamadan Saydnaya Hapishanesinde onlarca kişiyi infaz etti. Tabii ki yüzlerce ve binlercesini de işkenceden geçirdi. 1980’li yılların Tedmur Hapishanesi Saydnaya’nın karaltısında ve silüetinde yeniden dirilmişti. Devrime destek vermeyen alimlerin istisnası var ve de çok. Ratip Nablusi, Üsame ve Sariye Rufai kardeşler ve Şam’ın reisü’ kurrası Küreyyim Racih gibiler bunlardan bazıları. Bununla birlikte bir de Buti çizgisini temsil eden alimler var. Bunlar devrime yaban ve yabancı durduklarından dolayı gençleri kendilerine ve temsil ettikleri yönteme küstürdüler ve saha ve yönlendirme Selefilere kaldı.

Gözümüzü kapattığımız gerçeklerden birisi şudur: Devrime ve gençlere sahip çıkmayan ve onların uğradıkları mezalimi görmeyen bazı geleneksel alimler gençleri kendilerine ve tarzlarına yabancılaştırdılar. Selefiliği öne çıkaran gerçek budur. Yapmak zor, yıkmak kolay olduğundan dolayı onların yıkıcı hatta nihilist felsefeleri ve hareketleri çabuk taban buluyor ve tutuyor. Suriye ile alakalı olarak Halit Hoca’nın söylediklerini Tarık Haşimi Irak örneğiyle tamamlıyor. Hizb-i İslami kötü bir deneyim yaşıyor ve kendilerini korumaktan aciz kalıyor. Öfkeli gençler de IŞİD türü hareketlere meylediyor veya sığınıyorlar. Adeta Nuri Maliki’nin politikaları karşısında ‘dinsizin hakkından imansız gelir’ anlayışıyla IŞİD’e sürükleniyorlar. Nuri Maliki ve arkasındaki güçlerin mezaliminden bıkan gençler kendilerini IŞİD’in kucağına atıyorlar. Galeyan halindeki gençler kendilerine böyle tatmin ediyorlar. IŞİD’in önemli başarıları ve kazanımları da var. Bunları elinde tutabilir mi, sorusuna verilen cevaplar genelde olumsuz.

Ürdünlü Selefi teorisyenlerden Ebu Muhammed Makdisi’nin ifade ettiği gibi IŞİD benzeri yapılanmalar geçmişte pek başarılı olamadılar. Afganistan’da Taliban hızlı bir çıkış yaptı ama Amerikan müdahalesiyle yerinden söküldü. İslami Emirlik siyasi yapı olarak varlığını koruyamadı. Kafkas İslam Emirliği de aynı akıbete uğradı. Şamil Basayev ve arkadaşlarının kahramanlığına rağmen Rusya tarafından sonlandırıldı. IŞİD Irak’ta geniş bir sahayı ele geçirdi ama buralarını elinde tutması Sünni kabilelerle koalisyonunun devamına bağlı. Bununla birlikte çocuksu davranışları ve yaklaşımları aşiretlerle ittifak ve koalisyon ihtimalini azaltıyor. Burada çözüm IŞİD’in geri çekilmesi ve yerini kabile koalisyonunun almasıdır. Bununla birlikte aşiretler federasyonunun siyasi liderliği cılız veya görünür değil. Üsame Nuceyfi gibiler de Sünni kitleler üzerinden kendilerini Maliki yönetimine pazarladılar. Saddam’ın kalıntıları ise kendi başlarına veya kendi adlarına hareket edecek olurlarsa; bu yeni katılımları teşvik etmeyecektir. Iraklı Sünniler davalarında haklı olmakla birlikte siyasi liderlik noktasında sıkıntı çekiyorlar. Bölünmüşlükleri devam ediyor. IŞİD ise mütegallibe mantığıyla hareket ediyor ve otoritesini zorla ve cebren tesis etmeye çalışıyor. Bu da zamanla infiale yol açıyor.

IŞİD geniş bir coğrafyada toprak kazanmasına paralel olarak hem Irak ve hem de Suriye’de elde ettiği topraklarda bol miktarda silah ve para ele geçirdi. Rakka ise petrol bölgesidir ve yaptığı petrol ticaretiyle de kasasını doldurmaktadır. İslam devleti ve hilafet devleti ilan etmesinden sonra Rakka’yı şimdilik başkent ilan etti. Esasında Abbasi döneminde Rakka geçici başkentlik yapmış bir şehirdir. Hatta Harun Reşid bir dönem Rakka’yı Bağdat’ın yerine başkent olarak kullanmıştır. IŞİD’in elindeki hem Musul hem de Rakka tarihte büyük roller oynamış önemli şehirlerdir. Suriye’de muhaliflerle rejimin birbirini yıpratması ve arada boşluk doğması üzerine taze güç olarak IŞİD devreye girerek bazı bölgeleri ele geçirmiştir.

Bununla birlikte IŞİD hareketi zaaflarla maluldür. Bunlardan en büyüğü yöntem meselesidir. Bu yöntem kimseden onay alamayacağı gibi İslami kesimlerce de onaylanmamaktadır. Bundan dolayı Şam’da Nusra cephesiyle ayrı düştüğü gibi diğer bazı İslami fraksiyonlarla veya cephelerle de savaşmaktadır. Bundan dolayı insan unsuru olarak disiplinli olsa da sınırlı bir güce ve potansiyele sahiptir. Gençlerin hilafına kitlelere erişimi sınırlıdır. Bu eksiklik nedeniyle Ebubekir Bağdadi İslam dünyasına seslenmiş ve kitlelerden kendilerine katılmalarını ve ‘devletlerine’ sahip çıkmalarını istemiştir. Geniş coğrafyada hakimiyet tesis etmesine rağmen insan açığını kapatamazsa günleri sayılıdır. Fikri ataları Hariciler gibi ancak uçlara, dağlara yaslanabilir, sığınabilir ve buralarda varlığını sürdürebilir.

Günümüzün dünyasında başarının unsurları arasında olsa bile; sadece yalın kılıç başarılı olmak mümkün değildir. Sofistike yani çok yönlü hareket edebilme kabiliyetine haiz olmak gerekiyor. Onlar ise çocuksu bir halat içinde görünüyorlar. Bundan dolayı da sık sık adlarını değiştiriyorlar. Irak’ta Tevhid ve Cihad hareketi iken sonrasında Irak Devleti haline gelmişler ve ardından da IŞİD olarak belirmişlerdir. Bu da yetmemiş İslam Devleti veya Hilafet Devleti adını almışlardır. Önemli olan bu adı almaları değil başkalarının da yakıştırması ve layık görmesidir. Irak’ta işgal sonrası statüyü ve siyasi süreci onaylamayan Hey’etü’l Ulema, IŞİD’in hilafet devleti ilanını geri çekmesini ve bundan vazgeçmesini istiyor. Adeta ‘bir bu eksikti’ kabilinden tepki vermiştir. Bunun sorunları azaltmayacağını aksine büyüteceğini ifade ediyor. Hey’et yayınladığı bir bildiride 2007 yılında Mezopotamya Tevhit ve Cihat hareketi ismini İslam Devleti ismine tahvil ettiklerinde de buna karşı çıktıklarını hatırlatmaktadır.

Hey’et bu ilanın Irak’ın birlik ve bütünlüğüne zarar vereceğini ve ülkeyi bölünmeye götüreceğini ifade etmiştir. Keza ele geçirilen yerlerin istikrara kavuşmadığını ve böyle bir ortamda hilafetin ilan edilmesinin doğru olmayacağını ortaya koyuyor. Toprak edinme veya ele geçirme var ama temkin ve istikrar yok. Bu nedenle Hey’etü’l Ulema, tek taraflı ve oldu bitti şeklindeki hilafet ilanının kimseyi bağlamayacağı ifade ediliyor ve IŞİD’den bu davasından vazgeçmesi ve geri adım atması isteniyor. Taraftarlarının Ebubekir Bağdadi’yi halife olarak ilan etmeleri üzerine Ürdün hükümeti tarafından bu grupla daha etkin bir biçimde mücadele etmesi için salıverilen selefi akımın teorisyenlerinden Ebu Muhammed Makdisi bu hususta şunları söylüyor: ”Hepimiz hilafetin geri dönmesini arzu ediyor ve istiyoruz. Bunu halisane istemeyen münafıktır. Bununla birlikte ibret, isimlerin veya isimlendirmenin gerçeğine uymasıdır. Esmanın hakaike mutabık olmasıdır. Kimse vaktinden önce bir şeyi arzu ederse mahrumiyetle cezalandırılır…” Bu sözü bize Bediüzzaman’ın ‘tebeddülü esma ile hakikat tebeddül etmez’ sözüne götürüyor. Keza Makdisi’nin bu sözleri bize Bediüzzaman’ın Divan-ı Harbi Örfide söylediklerini hatırlatıyor: "Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harpte bana da sual ettiler: "Sen de şeriatı istemişsin." Dedim: Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira, şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil…”

Evet! Esas kadar usul de önemlidir. IŞİD destursuz bağa ve ümmetin harimi ismetine giriyor.

Adı hilafet meselesiyle anılan Hizbu’t Tahrir de bu hilafet veya İslam devleti ilanının geçersiz olduğuna hükmediyor ve bu hareketin şefkat ve merhametten mahrum olduğunu ve Hazreti Peygamberin yaklaşım ve metodunu esas almadığını ifade etmiştir. Bu aceleye getirilmiş ilanlarla ve yanlış imajlarla ancak hilafetin alay ve şaka konusu haline getirildiğini hatırlatmıştır. Hizbu’t Tahrir’in Ürdün Kolu Basın Bürosu Sözcüsü Memduh Ebu Sava Katişat bu ilanın boş-lağv olduğunu ve hiçbir değer taşımadığını söylemiştir.

Yusuf Karadavi’nin başında bulunduğu Müslüman Alimler Birliği’nde önemli isimlerden Faslı fakih Ahmet Raysuni ilanın hurafeden ibaret olduğunu ve bir ağırlık taşımadığını ileri sürmüştür. Bu ilanı vehim, serap ve karmaşık rüyaya benzetmiştir. Birilerinin mağarada halife seçmelerinin ancak kendilerini bağlayacağını hatırlatmıştır. Biatı da, meçhullerin meçhule biatı olarak tanımlamıştır. Bu ilanın ne fiili ne de şer’i bağlayıcılığı bulunmadığını sözlerine eklemiştir. Raysuni bu hususta uyarıcı mahiyette Hazreti Ömer’in Buhari’de geçen bir sözünü aktarmaktadır. Müslümanlarla meşveret etmeden kimse kimseye biat etmesin. Aksi taktirde biat eden de alan da taziren ve tağriren öldürülür. (http://www.assabeel.net/arab-and-world/item/50313).

BATILILAR ABARTIYOR

He zaman olduğu gibi Batılar yangına benzinle gidiyor ve meseleyi abartıyor. IŞİD’in 2020’ye kadar Avrupa, Asya ve Afrika’nın yarısını almayı planladığına dair hayali haritalar yayınlıyorlar. New York Times’in beş İslam devletinin 14 parçaya bölüneceğini harita üzerinde simülasyon olarak çizmesi gibi Daily Mail gazetesi de IŞİD’e atfen farklı bir harita yayınlıyor. Bu Bernard Lewis’in, ‘Müslümanlar 21’inci yüzyılda Avrupa’yı istila edecekler’ tarzındaki kışkırtmasına benziyor. Batılılar, kendini inkardan başka bir formülle tatmin olmuyor ve Müslümanları beğenmiyorlar. Siyasete katılan İslami kesimleri siyasal İslamcı diye yaftalıyorlar. Bu yolda önleri kesilince boşluktan yararlanan başka bir grup ortaya çıkıyor ve silaha sarılıyor. Buna da ‘cihatçı İslam’ diyorlar. O da makbul değil. Öbür taraftan Nijerya’nın kuzeyde Müslümanlar devletle vardıkları bir mutabakat sonucu İslam hukukunu kendi aralarında tatbike başlıyorlar. Bu defa da onların üzerine Boko Haram tipinde nevzuhur örgütler salınıyor. Kısaca ne siyasal İslam, ne cihatçı İslam ne de hukukçu İslam onların işine geliyor. Nijerya’nın kuzeyindeki gibi Brunei Sultanlığının da İslam hukukunu uygulayacağına dair açıklamaları Batı’da boykota neden oluyor! Şerre sonuna kadar destek olurken hayrın önünü kesiyorlar. Daily Mail gazetesi IŞİD’in beş yıl içinde (2020) imparatorluk düzeyine geleceğini tasavvur ediyor. (http://www.dailymail.co.uk/ news/article-2676347/ISIS-leader-calls-Muslim-territory-group-seized-build-Islamic-state.html ) Sınırları İstanbul’u da geçerek Viyana’ya kadar dayanıyor. Açıkça Batılılar veya Batı basını kısmen de olsa bu haliyle IŞİD’e çalışıyor.

Elbette hilafetin özü ve içeriği İttihad-ı İslam’dır. Ama benzeri örgütlerle bile ittihat edemeyen ve savaşan bir yapının ittihad-ı İslam iddiasında bulunması mahz-ı hayaldir. Bu tarz hareketler kaş yapayım derken göz çıkartırlar. Bizim suçumuz ise onlara boşluk bırakmaktır. Yani vazifemizde kusurdur.

Yazan: Mustafa Özcan