III. Mehmet (1595 - 1603)

محمد


(ö. 1012/1603)

Osmanlı padişahı (1595-1603).

7 Zilkade 973’te (26 Mayıs 1566) Manisa’da Sart ovasında doğdu. Babası III. Murad, annesi Arnavut asıllı, Dukakin’de Rezi köyünden olan Safiye Sultan’dır (Safiye’nin Venedik asıllı Cecilia Baffo olduğuna dair bilgi [EI², VIII, 817] yanlıştır; Baffo, III. Murad’ın annesi Nurbânû Sultan’dır). Rivayete göre adını, doğum haberini çıktığı Sigetvar seferi sırasında alan büyük dedesi Kanûnî Sultan Süleyman koymuştur. İlk çocukluk yıllarını babasının Saruhan sancak beyliğiyle bulunduğu Manisa’da geçirdi. Dedesi II. Selim’in padişahlığı döneminde babasının veliaht olması, daha çocukluk yıllarında üzerindeki belirtir. 1446’da Georgios Trapezuntios Fâtih’e hitaben, “Kimse şüphe etmez ki sen Romalılar imparatorusun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse imparatordur ve Roma İmparatorluğu’nun merkezi de İstanbul’dur” diyordu. Papa II. Pius, Fâtih’i hıristiyanlığa davet eden mektubunda (1461-1464 arasında yazılmış ve galiba Fâtih’e gönderilmemiş olan bu mektup Fâtih’in sağlığında 1475’te Treviso’da basılmıştır) Hıristiyanlığı kabul ederse meşrû imparator sıfatıyla dünyanın en kudretli hükümdarı haline geleceğini söylüyor ve kendisine “Grekler’in ve Şark’ın imparatoru” unvanını vereceğini, kuvvetle elde tuttuğu ve haksızlıkla iddia ettiği şeyin hukuken de kendi malı olacağını, bütün hıristiyanların kendisine saygı göstererek ihtilâflarını hal için hakem tanıyacaklarını, birçoklarının kendiliklerinden baş eğeceğini, kendisinin Roma kilisesinin haklarına karşı gelenler aleyhinde onun kuvvetine başvuracağını temin etmekteydi. Fâtih Ortodoks patriğini, Ermeni patriğini ve Yahudi baş hahamını pâyitahtında yerleştiriyor, fethe hazırlandığı dünyayı öğrenmek üzere Amirutzes’e 860 (1456) yazında dünyanın haritasını yaptırıyordu. Fâtih’te cihan hâkimiyeti fikrine İbn Kemal, “Tedbiri cihangirlik zikrinde idi” diye işaret eder (Tevârîh-i Âl-i Osmân, s. 164). Aslında selefleri gibi Fâtih için de bu iddialar siyasî birer araçtan ibaretti. Fâtih İslâm âleminde de gazânın en büyük mümessili, İslâm memleketlerinin gerçek koruyucusu sıfatını benimsemekte, hareketlerini buna göre meşrûlaştırmaya çalışmaktaydı. İran’da yerleşen Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Anadolu üzerinde nüfuz ve üstünlük iddialarına karşı da Osmanlı padişahının soyunu Oğuz Han’a çıkaran geleneklere daha çok önem verdiğine dair işaretler vardır. Gazâ ve fütuhat siyasetinin mümessili gibi göründüğü yıllarda Fâtih doğan ilk oğluna büyük dedesi Yıldırım Bayezid’in, üçüncü oğluna İran geleneğinin ünlü hükümdarı Cem’in ve torununa da Oğuz Han’ın adını vermiştir. Denilebilir ki Fâtih’in şahsında Türk, İran, İslâm ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren “Osmanlı padişahı” doğmuştur.

Fâtih Sultan Mehmed “Avnî” mahlasıyla şiirler de yazmıştır. Çağının şiir dilini ince hayallerle yoğurmayı başarmış, açık ifadeleri ve akıcı üslûbu, henüz sanatlara boğulmamış bir Türk şiirinin güzel örnekleri arasında sayılmıştır. Tasvirlerindeki başarı ve mazmunlarındaki zenginlik ilk anda anlaşılabilecek kadar açık ve yalındır. Arapça-Farsça tamlamalar yerine Türkçe ifadeler kullanmayı tercih etmiştir. Beyitlerine ustalıkla yerleştirdiği zekâ oyunları ve hayaller kadar belli kalıp ve fikirler de onun çağdaşları ile aynı klasik üslûp içinde eser verdiğini gösterir. Aşk, sosyal hayat, tasavvuf ve dinî temayüller, kıssalar, efsaneler ve tarihî hikâyeler şiirlerine yansıyan konulardır. Şiirlerini ihtiva eden yegâne eser İstanbul’da Millet Kütüphanesi’ndedir (Ali Emîrî Efendi, nr. 305), Bir divançe sayılabilecek yirmi iki varak tutarındaki bu küçük eserde yetmiş gazel, bir muhammes ve bir kıta mevcut olup sonunda, “Hattın hadin yüzünü tuttu nitekim ey can” müfredine yirmi dokuz şair tarafından söylenmiş nazîre yer alır. Fâtih’in şiirleri, gittikçe genişleyen hacimlerde koleksiyonlar halinde farklı araştırmacılar tarafından yayımlanmış ve ilmî incelemelere konu olmuştur.

Din felsefesi meselelerine de âşina olan Fâtih Sultan Mehmed’in coğrafya, matematik, astronomi ilimlerine özel bir ilgisi vardı. Çeşitli ilimleri tahsil için uzmanları kendisine hoca tayin ederdi. Bunlar her gün belli saatte gelip ona ders okuturlardı. Hocazâde Muslihuddin, Molla Gürânî, Molla İlyas, Sirâceddin Halebî, Molla Abdülkādir, Hasan Samsunî, Molla Hayreddin hocalarındandır. Başlangıçta Akşemseddin’in de onun üzerinde büyük tesiri olmuştu. Fâtih’in Arapça ve Farsça’ya vâkıf olduğuna şüphe yoktur. İç oğlanlarıyla saray çevresi Rumca ve Slavca’yı öğrenmesine elverişliydi. Fâtih Arabistan ve İran’da devrinin büyük ulemâsını tanır, onları kendi ülkesine getirtmeye çalışırdı. Kendi ülkesindeki ulemânın Acem ve Arap ulemâsı düzeyinde olmamasından dolayı üzüntü duyuyordu. Ancak Hocazâde ile yabancılar karşısında övünürdü. Fetihten sonra İstanbul’da sekiz kiliseyi (bu arada Zeyrek Medresesi) medrese haline getirdi; Ayasofya medresesini açtı. 875’te (1470) kendi camisi etrafında ünlü Semâniye medreselerini yaptırdı. Kendisi medreseleri bizzat teftiş eder, dersleri dinler ve ödül verirdi. Sarayda, seferlerde, yolda, sünnet düğünü gibi toplantılarda ilmî tartışmalar yaptırırdı. Devrinin en büyük âlimleri Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Yegân, Hızır Bey ve Hocazâde Muslihuddin’dir. O dönemde yetişmiş seçkin ilim ve idare adamlarının çoğu bunların talebeleridir. Fıkıhta Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, kelâmda Hocazâde bütün İslâm âlemince makbul eserler yazmışlardır. Bu devir Osmanlı Türkleri’nde matematikte oldukça parlak bir devirdir. Fâtih, kendi döneminde ilim ve felsefe tarihinin en önemli meseleleri üzerinde âlimleri tartışmaya ve eser vermeye teşvik etmiştir. Seyyid Şerîf el-Cürcânî ile Teftâzânî arasında ulemâyı ikiye ayıran ünlü tartışmayı tazelemiştir. Kendisi din felsefesinde Seyyid Şerîf’e eğilim gösterirdi. Öte yandan İbn Rüşd ile Gazzâlî arasındaki ilâhiyatta büyük tartışmayı Hocazâde ile Ali et-Tûsî’ye inceletmiştir. Çeşitli kaynaklar Fâtih’in felsefeye ilgisini belirtir. Fâtih, Amirutzes ile felsefî konuşmalar yapardı; “Zira sultan en keskin zekâlı feylesoflardan biridir” (Kritovoulos, s. 177). Amirutzes, Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios, Hocazâde gibi Doğu’yu ve Batı’yı temsil eden devrin büyük zekâları onun huzurunda birleşiyordu.

Fâtih Batı kültürünü ve hıristiyan dinini de anlamaya çalışmıştır. Patrik Gennadios İ‘tikādnâme’sini onun için yazdığı gibi Georgios Trapezuntios, Hıristiyanlık ve İslâmiyet arasında esaslı fark olmadığı ve bu iki dinin uzlaştırılması suretiyle Fâtih’in bütün milletleri idaresi altında toplayabileceği iddiasında idi. Fâtih’in Batı kültürüyle ilk tanışması şehzadeliğinde Manisa sarayında başlamıştır. 1454’te bir İtalyan hümanisti olan Ciriaco d’Ancona ve başka İtalyanlar onun sarayında bulunmakta ve kendisine Roma ve Batı tarihleri okumakta idiler. 1465’te Milano elçisinin yazdığına göre onun yanında Floransalı, Cenevizli ve Raguzalı danışmanları vardı. Venedik’e karşı savaş ilânından sonra Floransalılar’la yakın ilişkiler kurdu. 1463 Bosna seferinden dönüşünde Galata’da Floransalılar’a şenlik yaptırtmış ve onlardan zengin bir tâcirin evine inerek yemek yemiş, eğlenmişti. Fâtih’in yanında bulunan hümanistlerden Angelo Vadio, G. Stefano, Emiliano’nun adları bilinmektedir (bu sonuncusu Fâtih’e ölümünde bir mersiye de yazmıştır). Francesco Berlinghieri Geographia adlı eserini ve Roberto Valturio De re militari adlı kitabını Fâtih’e ithaf ve takdim etmek istemişlerdir. Fâtih’in 1461’den beri resmini yaptırmak için İtalya’dan ressam istediği bilinmektedir. Nihayet ünlü Venedikli ressam Gentile Bellini gelmiştir (İstanbul’da ikameti Eylül 1479 - Ocak 1481). Bellini aynı zamanda yeni sarayın duvarlarını Rönesans üslûbu fresklerle süslemiştir. Fâtih, Trabzonlu Rum âlimi Amirutzes ile oğluna Batlamyus’un kitabını Arapça’ya tercüme ettirmiş ve bir dünya haritası yaptırmıştır. Bu arada coğrafî ve askerî konuları özel bir ilgiyle izlerdi. E. Jacobs’a göre Ciriaco, Fâtih ile Eskiçağ’ın âbideleri, edebiyatı ve İtalya’daki hümanistler arasında bağ kurmuştur. Fâtih’in, 862’de (1458) Atina’yı ziyareti sırasında Akropol’ü gezerek Atinalılar’a iltifatta bulunması “Medînetü’l-hükemâ”ya karşı eski İslâmî saygıdan doğmuş olabilir. Fâtih, Iustinian’ın heykelini dikkatle yerinden indirtmiş ve Ciriaco ile G. Dario’ya resmini yaptırmıştır. Fakat Belgrad seferine giderken top dökmek için erittiği “bakır at”ın bu heykel olması mümkündür. Fâtih’in kütüphanesinde Batı kültürüyle ilgili elli eser bugüne intikal etmiş olup kırk ikisi Yunanca’dır. Eserlerden sekizi tarihe, altısı matematik ve astronomiye dairdir. Tarihe ve coğrafyaya ait eserler mevcudun üçte birinden fazladır. İtalya’da İbn Rüşd felsefesinin hâlâ hararetle tartışıldığı bir devirde Fâtih’in Hocazâde ve Ali Kuşçu’ya dönmesi tabiidir. Fâtih devrinde Osmanlı kültürünün Batı kültürü ile serbest bir şekilde temasa geldiği ve sonraki devirde bunun sürdürülmediği de bir gerçektir.

Fâtih Sultan Mehmed’in vefatından sonra iki oğlu Cem ve Bayezid arasındaki çekişme Bayezid’in lehine sonuçlanmış, diğer oğlu Mustafa ise 879’da (1474) kendisinden önce vefat etmiştir. Adı bilinen iki kızı (Ayşe ve Gevherhan) tesbit edilmektedir. Alderson onun on yedi hanımı ve dört kızı olduğunu belirtir. Gevherhan Sultan, Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmed Bey ile evlendirilmiştir. Akkoyunlu tahtına geçen Göde Ahmed, Fâtih’in kızından torunudur.